KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan, Ankara’da konfederasyonun genel kurulunda; “Asıl felaket, asıl ‘asrın felaketi’ bu tek adam rejimidir. Bu depremler doğaldı ama bu depremin faturasının bu kadar ağır, yıkımın bu boyutta olması asla doğal değildi” dedi. KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ise “Ülkedeki baskılar daha sistematik bir hal almış; demokratik haklara, yaşam biçimlerine müdahaleye, ÇEDES gibi projelerle eğitimin gericileştirilmesine, toplumsal ilişkileri kendi ideolojik referansları temellerinde şekillendirme girişimlerine, konser, festival yasaklarına dek bu baskılar artmıştır. Beslenme, barınma, sağlık hakkı, toplumun geniş kesimleri için ulaşılamaz hale gelmiştir” diye konuştu.
KESK 11. Olağan Genel Kurulu, bugün Ankara’da Türkiye Barolar Birliği Kongre ve Kültür Merkezi’nde toplandı. Açış konuşmalarını KESK’in Eş Genel Başkanları Şükran Kablan ve Mehmet Bozgeyik yaptı. Bozgeyik özetle şöyle konuştu:
“EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNE DÜŞEN AKP’NİN İKİ YÜZLÜ POLİTİKALARINI TEŞHİR ETMEK, FİLİSTİN HALKIYLA DAYANIŞMA İÇİNDE OLMAK”
“Hamas’ın 7 Ekim 2023’de Aksa Tufanı adıyla İsrail’e karşı başlattığı operasyon dünyada şok etkisi yarattı. Operasyondan hemen sonra İsrail’in Gazze topraklarına başlattığı karşı saldırı sözcüğün tam anlamıyla bir soykırıma dönüşmüştür. Saldırılarda sivil hedeflerin, hastanelerin hedef alınması, İsrail’in ana hedefinin Gazze’nin işgali ve Gazze’nin tamamen Filistinlilerden arındırılması olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Küresel ticaretin özellikle gıda, petrol, petrol ürünlerinin yüzde 12’sinin Bab-ül Mendeb-Süveyş hattından geçtiği bilinmektedir. Özellikle gemi güvenliği için Aden Körfezi-Kızıldeniz’de ABD, İngiltere, Bahreyn, Kanada öncülüğünde Refah Muhafızı Operasyonu adı altında çok sayıda ülkeyle güç oluşturulsa da tedarik zincirinin bozulması İsrail’e Gazze Savaşı’nı bitirmesi için uluslararası baskı anlamına geleceği için Yemen’de Husilere üst üste saldırıları attırmıştır. Bu saldırılar önümüzdeki günlerde İran’ı da içine alan bölgesel savaş riskini barındırdığını ifade etmek istiyorum.
Emperyalist devletlerin desteğini arkasına alan Netanyahu yönetimi, Gazze’de savaş suçu işlemeye devam etmektedir. Misket ve fosfor bombalarının kullanılmasından sivillerin hedef alınmasına, hastanelerden okulların bombalanmasına kadar uluslararası hukuk açıkça çiğnenmektedir. Bütün bu olan biten karşısında halklar dünyanın her yerinde kitlesel gösterilerle İsrail’i protesto ediyorlar, boykot kampanyaları organize ediliyor, açıklamalar yapılıyor. Türkiye’de AKP iktidarı ise bir yandan taraftarları ile Filistin’e destek gösterileri düzenlerken diğer yandan İsrail ile yoğun bir ticaretin devam etmesine ses çıkarmıyor ve var olan anlaşmalarını daha fazla geliştirmeye devam ediyorlar. Ambargo, boykot gibi seçenekleri masaya getirmiyorlar. Diplomatik ilişkileri sürdürüyor. Emek ve demokrasi güçlerine düşen AKP ve çevresinin bu iki yüzlü politikalarını teşhir etmek, Filistin halkıyla amasız, fakatsız dayanışma içinde olmak, tüm işgalci, faşist saldırılarla da bağını kurarak barış cephesini örmektir.
Mahsa Amini’nin katlinden sonra direniş¸ tüm ülkeye yayılarak uzun süre devam etti. ‘Jin Jiyan Azadi’ sloganlarıyla dünyanın her yerinde kitlesel protestolar gerçekleştirildi.
İsyan dalgası son aylarda geri çekilmiş gibi görünse de İran kadınlarının, emekçilerinin ve halkının direnişinin bittiğini söylemek doğru değildir. Direniş farklı yol ve yöntemlerle kendisini yeniden ve yeniden ortaya koyan, esinlendirici bir örnek olarak dünya halklarına da bizlere de umut olduğunu ifade etmek istiyorum.
“AKP-MHP İTTİFAKI DEVLETİN VE YANDAŞ BASININ TÜM İMKANLARINI SEFERBER EDEREK FAŞİST, OTORİTER, AYRIMCI SÖYLEMLERİ HAKİM TUTABİLDİ”
2023 Mayıs seçimleri özellikle 21 yıllık AKP iktidarının tüm karakteristik özelliklerine sahne olduğunu gördük. Baskı, yalan, iftira, şiddet, hukuksuzluk ve yolsuzluk, kirli savaş ve propaganda teknikleri, emek, kadın ve LGBTİ artı düşmanlığı gibi, faşist ve otoriter rejimlerden aşina olduğumuz, aynı zamanda AKP iktidarı tarafından da olağan bir uygulama olarak kullanılan teknikler bu seçimlerde de baskın biçimde devreye sokulmuştur. AKP-MHP ittifakı, devletin ve yandaş basının tüm imkanlarını da seferber ederek faşist, otoriter, kutuplaştırıcı ve ayrımcı söylemleri kendi tabanı üzerinde hakim halde tutabildi. Saray ittifakı, bir yandan başta Kürtler olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yönelik düşmanlaştırıcı söylemleri aracılığıyla, bir yandan da militarist, sınır ötesi operasyonlar, küresel ekonomik daralma gibi gündemleri faşizan bir güç söylemiyle bütünleştirmek suretiyle kendi tabanını bu seçimlerde konsolide etmiştir.
Ülkedeki baskılar daha sistematik bir hal almış; demokratik haklara, yaşam biçimlerine müdahaleye, ÇEDES gibi projelerle eğitimin gericileştirilmesine, toplumsal ilişkileri kendi ideolojik referansları temellerinde şekillendirme girişimlerine, konser, festival yasaklarına dek bu baskılar artmıştır. Beslenme, barınma, sağlık hakkı, toplumun geniş kesimleri için ulaşılamaz hale gelmiştir. En ufak bir demokratikleşme adımının iktidarlarının sonunu getireceği korkusuyla devletin güvenlik güçlerini şirketlerin özel güvenliği olarak devreye sokmaktan da geri durmamaktadırlar. Akbelen’de ormanına sahip çıkanlara, sendikal hakları için mücadele eden Agrobay işçilerine, Trendyol emekçilerine, FEDAŞ ve DEDAŞ işçilerinin grevine, BİR TEK-SEN üyelerine, sendikalı oldukları için işten çıkarılan ÖZAK işçilerine ve benzeri güvenlik güçlerinin uyguladığı devlet şiddeti bu gerçekliği çarpıcı şekilde gözler önüne sermiştir.
“YARGITAY 3. DARİESİ’NİN BU GİRİŞİMİ KABİLE DEVLETİNDE BİLE GÖRÜLMEYECEK DERECEDE BİR YARGI DARBESİDİR”
Türkiye tarihinin en meşru ve haklı direnişlerinden olan Gezi eylemlerinin Anayasal zeminde olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğü sayılması gerektiği yargı kararıyla iki defa tescillenmesine rağmen üçünce defa yargılama yapıldı. Gezi tutsakları bugün hukuksuzca ve bir intikam mantığı ile özgürlüklerinden yoksun olarak cezaevinde tutulduklarını ifade etmek istiyorum. TİP Hatay milletvekili Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali ve derhal tahliye kararının Yargıtay’ın darbe niteliğindeki uygulamama kararı ile karşılanması ise hukuksuzluğu bir başka boyuta taşındığını göstermektedir. Yargıtay 3. Dairesi’nin bu girişimi Saray çevresinin iddia ettiği gibi hukuksal bir yorum değil bir kabile devletinde bile görülmeyecek derecede bir yargı darbesidir, Anayasa’nın askıya alınmasıdır.
Tabip odalarının seçilmiş delegelerinin özerk kararları ile belirlediği Merkez Konseyi’nin yargı kararıyla görevden alınması, tüm üyelerin iradesinin, seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. İktidarın, yargı sopasıyla kayyım rejimini kalıcı hale getirme girişimlerine; KESK olarak yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle, her türlü darbe girişiminin karşısında tüm kesimlerle birlikte demokrasi ve hukuk mücadelesini sürdürmeye kararlı olduğumuzu bir kez daha ifade etmek isteriz.
Ormanlarımızın, derelerimizin, kentlerimizin yağmalanmasına; yaşam alanlarımızın ranta açılmasına, ekolojik yıkım ve talan politikalarına karşı Akbelen’den Cudi’ye, Kaz Dağları’ndan Dikmece’ye, İkizdere- Cerrattepe’ye; tüm canlıların yaşam hakkı ve geleceği için mücadeleyi büyütmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.
“BÜYÜK YIKIM ÖZELLEŞTİRME POLİTİKALARI, DENETİMSİZLİK, İKTİDARIN RANT VE TALANI TEŞVİK EDEN POLİTİKALAR İLE DİREKT BAĞLANTILI”
Depremin tartışmasız olarak ortaya çıkardığı en net gerçeklik yaşanan büyük yıkımın ve trajik sonucun özelleştirme politikaları, denetimsizlik, kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, iktidarın rant ve talanı teşvik eden politikaları ile direkt bağlantılı olduğunu ifade etmek gerekiyor. Nitekim depremde can kayıplarının ve yıkımın en çok yaşandığı yerler AKP ile parlayan müteahhitlerin yaptığı siteler, hastaneler, köprüler ve otoyollar olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Kurduğu tek adam rejimiyle kamunun deprem sonrası kurtarma ve insani yardım kapasitesini işlevsiz hale getiren bu iktidar olmuştur. Özelleştirme politikaları sonucunda şirketleştirdiği AFAD, Kızılay gibi yardım kuruluşlarının da deprem sonrası organizasyonu gerçekleştiremediği ve tüm bu kurumlarla birlikte iktidarın özelleştirme politikalarının da enkaza döndüğünü bu deprem sürecinde bir kez daha gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.
Bundan 17 yıl önce kardeşimiz Hrant katledildi. Yakın zamanda da özellikle onu katleden şahıs cezaevinden tahliye edildi. Bu ülkede tüm katliamları nasıl unutmadıysak, 10 Ekim’i, Gezi’de yaşamını yitirenleri, Sivas’ta yaşamını yitirenleri unutmadıysak Hrant Dink’in katilinin salıverilmesini kabul etmediğimizi, bu davanın takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum.”
KABLAN: GERİCİLEŞTİRME TÜRKİYE’DE HER ALANDA BÜYÜK BİR ÇÖKÜŞÜN YAŞANMASINA NEDEN OLMAKTADIR
Şükran Kablan’ın konuşmasının satır başları ise şöyle:
“Emperyalist güçleri her daim arkasına alan AKP-MHP iktidar bloğunda kutuplaştırma, apolitikleştirme, gericileştirme Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte her alanda büyük bir çöküşün yaşanmasına neden olmaktadır. Faşizme doğru evrilen bu süreç kadın ve LGBTİ karşıtı politikalar üzerinden muhafazakarlık ve ailenin kutsallaştırılması, Kürtler başta olmak üzere bu ülkede yaşayan bütün halklar, inançlar Aleviler ve göçmenler karşıtlığı üzerinden Sünni, Türkçü, tekçi bir kimliğe dayalı ulus devletin, tekçiliğin yeniden tesisi, kutuplaştırma ve düşmanlar yaratarak, silahlanma sanayisi övgüsünü geliştirerek kitlelerin sağcılık üzerinden konsolide edilmesi ve emekçilerin kazanılmış haklarının gaspı üzerinde geliştirilmiştir.
Anayasanın askıya alınmasına paralel olarak güçler ayrılığını da fiili olarak devre dışı bırakan uygulamalarla karşı karşıya kaldık. Bugün geldiğimiz noktada her gün ortalığa saçılan devletle mafyanın iç içe geçtiği, mafya liderlerinin devlet katında itibar gördüğü bu rejimde yolsuzlukların perde arkasına baktığımızda sadece kişisel çıkarların ve zenginleşmenin olduğunu değil mafya rejiminin tek adam rejimini beslediğini görmek mümkündür.
90’ların karanlık ortamında Hizbullah milis gücü bölgede birçok katliam ve faili meçhulde nasıl kullanıldıysa, yeni stratejide de Hizbullah’ın siyasi geleneğini sürdüren HÜDAPAR’a Mayıs seçimlerindeki ittifakla birlikte Meclis’e taşınmış oldu.
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve tecrit politikası, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması, anayasal güvencelerin hiçe sayılması yargıdaki çürüme, kayyım politikaları ile halk iradesinin gaspı, belediye eş başkanları, meclis üyelerinin tutukluluğu, milletvekilleri ve siyasetçilere yönelik kumpas davaları ve benzeri uygulama ve politikalar aslında iktidarın, tek adam rejiminin Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslendiğinin en açık göstergeleridir.
Geçmişten bugüne ülkedeki demokrasinin Kürt sorununun çözümünde onurlu bir barış ve diyalogun, müzakere yönteminin hayata geçirilmesini savunduk ve bu anlamda eşitlik ve özgürlük içinde bir arada yaşamın mümkün olabileceği toplumsal bir yaşamı inşa etme mücadelesinde var olduk ve var olmaya devam edeceğiz.
“KESK ÜYESİ 4 BİN 280 ARKADAŞIMIZ İŞİNDEN HUKUKSUZCA EL ÇEKTİRİLDİ”
Gerek anayasasızlık sürecinin önemli bir parçası OHAL sürecinin devamı, gerekse sonrasında iktidarın devreye soktuğu 35. madde ile birlikte toplamda KESK üyesi 4 bin 280 arkadaşımız ekmeğinden, işinden hukuksuzca el çektirildi. Geçtiğimiz bu 7 yıllık süreç içerisinde dayanışmayı bir yandan örerken OHAL rejimine karşı mücadelemizi yürütürken devreye sokulan OHAL komisyonu süreci oyalamış, KESK üyesi arkadaşlarımızın sadece yüzde 35’i görevine iade edilmiş, daha sonraki süreç ne yazık ki çok daha acılı ve sancılı olarak devam etmekte.
Kadınlar olarak sadece bu ülkede değil dünyanın bütün coğrafyalarında cinsiyet eşitsizliğine daha fazla maruz kalmaktayız. Çalışma hayatında, kamusal alanda, özel yaşamımızda daha fazla şiddete ve mobbing ile karşı karşıya kalmaktayız. Bizim ülkemizde de siyasal iktidar bu yeni muhafazakar yaşam tarzını kadın emeği ve bedeni üzerinden dizayn etme ve kadınları susturmaya çalışıyor.
“SUSMUYORUZ, KORKMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ”
İstedikleri kadar İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırsınlar, istedikleri kadar kadınları koruyan yasaları tartışma ve pazarlık konusu yapsınlar, istedikleri kadar bu ülkede gericiliği bizim bedenimiz ve emeğimiz üzerinden tanımlamaya çalışsınlar dün söylediğimiz gibi bugün ve yarın da aynı kararlılıkla söylemeye devam edeceğiz: Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz.
Orta Doğu başta olmak üzere ülkemizde sayıları 10 binleri, milyonları aşan mülteci göçmen ile birlikte bir arada büyüyen açlar, yoksullar, düşük ücretliler, güvencesiz çalışanlar işçi sınıfıyla birlikte omuz omuza mücadeleyi yükseltmek zorundayız.
“ASIL ‘ASRIN FELAKETİ’ BU TEK ADAM REJİMİDİR”
Asıl felaket, asıl ‘asrın felaketi’ bu tek adam rejimidir. Bu depremler doğaldı ama bu depremin faturasının bu kadar ağır, yıkımın bu boyutta olması asla doğal değildi. Deprem sonrasında günlerce, haftalarca halkın yaşadığı çaresizlik ve geçen bir yıla rağmen halen o bölgede yaşayan insanların en asgari insani yaşam koşullarının giderilmemiş olması doğal değildir.”